HERKESIN YOLU BU FORUMDAN GECER..
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 ATATÜRK'ÜN SOFRALARI

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
Admin
Admin


Mesaj Sayısı : 190
Kayıt tarihi : 14/11/09
Yaş : 40
Nerden : ISTANBUL

ATATÜRK'ÜN SOFRALARI Empty
MesajKonu: ATATÜRK'ÜN SOFRALARI   ATATÜRK'ÜN SOFRALARI Icon_minitimeCuma 20 Kas. 2009, 19:25

Büyük devlet ve siyaset adamı, büyük kumandan ve büyük devrimci olarak kalıcı ve yaşayan bir deha olan Cumhuriyetimizin kurucusu ******'ün yaşamında ve anılarında büyük bir yer tutan sofraları; servis biçimleri, konukları ve fikir sohbetleriyle renklenen bir tür akademiydi.

******, yalnızlığını gidermek; dostları ile sık sık bir arada olacağı ortamı yaratmak; eğlenme, dinlenme ihtiyacını gidermek (çoğunlukla ciddi konular ve ilmi tartışmalarla geçen geceler olduğu gibi bazı gecelerde de alaturka saz getirilerek eğlenilirdi; ****** sevdiği şarkıları söyledikçe neşelenir ve misafirlerine dönerek sık sık kadeh kaldırırdı) görev vereceği kişileri türlü yönlerden yoklamak; gerekli durumlarda da kamuoyu oluşturmak; dostlarıyla (ve bazen düşmanlarıyla da) iç politika, dış politika, iktisadi politika, dil, coğrafya vb. birçok ilmi konular, günün önemli sorunları, devrim hareketleri, her çeşit milli sorunları tartışmak için (sofranın dağılması görüşülen konunun önemine göre olup, çoğu zaman sabahlandığı gibi erken saatlerde dağıldığı da olurdu ve ayrıca ******, fikir ve kanaatlerin serbestçe açıklanması için müsamahakar kalırdı, ama, dedikodu konularına hiç müsaade etmezdi), çalışma ve uyku dışındaki zamanının çoğunu akşam sofralarında geçirmeyi bir yaşam tarzı olarak benimsemişti.

ÜÇ TÜR KONUĞU VARDI

******'ün sofralarının, çok eskiden beri ilişkisinin olduğu yakın dostları (Selanikli, uzaktan yakın akrabası da olan yaveri Salih Bozok; Selanik'ten arkadaşı olan ve Mustafa Kemal'e Kemal diye hitap edebilen iki kişiden biri olan Kurmay Albay Nuri Conker; Latife Hanım; kendisine uzun süre yaverlik yapan Cevat Abbas; koruması Kılıç Ali); günaşırı ya da hafta aşırı konukları olan düşün adamları ve gazeteciler (sofraya eşleriyle katılarak ******'ün yalnızlığını gideren Falih Rıfkı Atay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ruşen Eşref Ünaydın ve Nadir Nadi) ve düşünce alışverişinde bulunmak için özel olarak davet ettiği konuklar olmak üzere üç tür konuğu vardı. Sofranın sürekli konukları olan eski askerlerin hepsi de, sofrada bile çift tabanca ile oturarak ve konukların yoğun olduğu gecelerde az içki içip dikkatlice etrafı kollayarak ******'ün yakın korumalığını yapan kişilerdi. Ayrıca, bu korumalar, yurt gezilerinde de ******'ün çevresinde canlı kalkan oluştururlardı. ******'ün sofrasına, çağrısız girebilen tek kişi İsmet Paşa idi.

SOFRAYA ÖZEN GÖSTERİRDİ

Çok dikkatli bir insan olan ******, sofraya otururken; sofra örtüsünden tabaklara, bardaklardan çatal bıçaklara varıncaya kadar her şeyin düzenli olarak yerli yerinde olmasına özen gösterirdi (sofraya oturmadan önce, çatal bıçaklarda bir düzensizlik görürse; bunu bizzat kendisi düzelterek sofraya otururdu). Sofranın karşısında, tebeşirleri ve silgisiyle birlikte bir büyük kara tahta bulunurdu. (Karşılıklı fikir ve bilgi alışverişinin yapıldığı sofradan birçok profesör, milletvekili ve bakan kara tahtaya kalkardı). Gelen davetliler köşkün bilardo salonunda toplanarak ******'ü beklerlerdi. Davetlilerini bekletmemeye özen gösteren ******, köşke geldiğinde davetlilere: "Hoş geldiniz" diyerek ellerini sıktıktan sonra: "Buyurun, sofraya oturalım" derdi ve sofraya oturulurdu. Eğer ******, köşkün dışında bir gezintide değilse, bilardo salonuna inip bilardo oynayarak konuklarını beklerdi ve konukları gelince de bir yandan bilardo oynarken bir yandan da sohbet ederdi. Sofraya oturma zamanı geldiğinde de "Buyurun, sofrada devam ederiz" diyerek davetlilerle birlikte sofraya geçerdi.

YEMEK SEÇMEZDİ

Sofrada titizlik göstererek yemek seçmeyen ******'ün, ısrarlı yemek isteği olmazdı ve çoğunlukla mönüde ne varsa onları yerdi. Yemek seçmemekle birlikte ******'ün sevdiği başlıca yemekler, omlet, patlıcan, karnıyarık, yağlı fasulye diye adlandırdığı kuru fasulye idi. Patlıcan karnıyarık ile pilavı birbirine karıştırarak yemeyi çok severdi. Meyveyi olgun yerdi ama çürütmezdi.

SOFRASINDA KİMSEYİ İÇMEYE ZORLAMAZDI

İçki olarak rakıyı ve yanında da baş meze olarak leblebi, beyaz peynir ve kavunu tercih ederdi (bira, şarap, viski ve şampanyayı nadiren içerdi). Gündüzleri ve önemli konuların görüşüleceği sofralarda içki bulundurmayan ve kahve içen ******, görev başında içki içilmesini de hoş görmezdi. "Sağlığın korunması için, özellikle dimağın canlılığı, zihnin açıklığı için alkol almamalı" diyen ve içmediği günlerde, hem uyumak hem de bağırsaklarını harekete geçirmek için devamlı olarak ilaç kullanmak zorunda kalan ******, sağlığı için içmemesini isteyen genel sekreteri Hasan Rıza Soyak'a, "Haklısın bunları ben de bilmez değilim çocuk. Fakat ne yapayım ki içmeğe mecburum; kafam çok, ama beni rahatsız edecek kadar çok ve hızlı çalışıyor; vakit vakit onu uyuşturup biraz dinlenmek ihtiyacını duyuyorum... Zihnim bir meseleye takılıyor, onu düşüne düşüne kafam şişiyor, uykum kaçıyor... İçmediğim zamanlar uyuyamıyorum, ıstırap içinde bunalıyorum. Aynı zamanda içki bağırsaklarımı da düzenliyor..." demişti. (****** Kurtuluş Savaşı sırasında ise hiç içki içmemişti). Sarhoşluktan hiç hoşlanmayan ve hayatında hiç sarhoş olmamış olan ****** sofrasında, alkolün tesiri altında kalanlara fazla rahatsız olmamaları için hemen izin verirdi. Az içki içen ******, sofrasında kimseyi içkiye zorlamazdı.

GENELDE KENDİNİ YALNIZ HİSSEDERDİ

Akşamları sofrasında konukları eksik olmayan ve buna rağmen, kendini genelde yalnız hisseden ******, 1936 sonlarında bir gün genel sekreteri Hasan Rıza Soyak'a şöyle içini döktü: "Bunalıyorum çocuk, bunalıyorum... Ben burada bir nevi mahpus hayatı yaşıyorum. Çünkü gündüzleri ekseriye yalnızım. Herkes işinde gücünde... Benim ise çoğu günler, bütün günümü değil, bir saatimi dahi dolduracak işim yok. Şu halde ya uyuyabilirsem uyuyacağım, yahut bir şeyler yazacağım. Arada biraz dinlenmek ve hava almak ihtiyacını duyarsam şehir içinde ve dışında ancak otomobiller ile gezinti yapacağım. Ya sonra? Sonra gene bu hapishaneye döneceğim. Ve kendi kendime bilardo oynayıp, sofra zamanını bekleyeceğim. Bari sofrada değişiklik olsa... Ne gezer... Bu sofra nerede kurulursa kurulsun karşımda aşağı yukarı hep aynı insanlar... aynı yüzler... Hasılı bıktım, usandım çocuk..."

SON İSTEĞİ ENGİNAR OLDU

1938 yılının Ekim ayında, ****** oldukça ağır hastaydı. 29 Ekim 1938'den 7 Kasım 1938'e kadarki 10 günü yarı uyur yarı uyanık bir halde geçirerek, genellikle kendinde olmayan ******, hastalığının son aşamasındaydı ayıldıkça da yulaf unundan poriç, süt, pirinç suyu ve meyve sularından oluşan mönüsüyle karnını doyuruyordu. O günlerde ******'ün canı enginar yemeği istedi. Ancak o zaman İstanbul'da bulunmadığı için Hatay'dan ısmarlanan enginarlar; ölüm döşeğinde derin bir uykuda olan ******'e kısmet olmadı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://0negatif.yetkin-forum.com
 
ATATÜRK'ÜN SOFRALARI
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
HERKESIN YOLU BU FORUMDAN GECER.. :: KULTUR SANAT :: Mustafa Kemal ******-
Buraya geçin: