HERKESIN YOLU BU FORUMDAN GECER..
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Osmanlı Devletinin Kuruluşunda Gaza ve Türkmen (Oğuz) Ananelerinin Rolü Üzerine

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
Admin
Admin


Mesaj Sayısı : 190
Kayıt tarihi : 14/11/09
Yaş : 40
Nerden : ISTANBUL

Osmanlı Devletinin Kuruluşunda Gaza ve Türkmen (Oğuz) Ananelerinin Rolü Üzerine Empty
MesajKonu: Osmanlı Devletinin Kuruluşunda Gaza ve Türkmen (Oğuz) Ananelerinin Rolü Üzerine   Osmanlı Devletinin Kuruluşunda Gaza ve Türkmen (Oğuz) Ananelerinin Rolü Üzerine Icon_minitimeCuma 20 Kas. 2009, 11:31

Ertuğrul Gazi
Osmanlı Devletinin kurucusu olan Osman Gâzinin babası. Oğuzların Bozok koluna bağlı Kayı boyundan Süleyman Şah'ın oğludur.


Erken dönem Osmanlı tarihinin temel kaynakları olan kronikler, istisnasız bir şekilde, kuruluşu, ilahî bir mucize olarak kaydetmişlerdir. Dolayısıyla konuyla ilgili pek çok soruyu, efsane ve mitoloji ile örtülü bir "sır perdesi" halinde bırakmışlardır.
* * * Bu Alemin Kralı : TRFORUMUZ.BiZ * * *
Bu ilk kroniklerin efsanevî kuruluş hikayesinde iki ana motif işlenmiştir. Bunlardan ilki Türkmen muhitlerinde köklü bir anane olan "Oğuz teması"; diğeri ise Arap-İslam devletlerinden ziyade Türk-İslam devletlerinde, özellikle de Osmanlıların ilk dönemlerinde en yaygın ve güçlü şekline kavuşan "Gaza ve Gazi" motifleridir. Bu iki temel motifin birleşmesiyle ortaya çıkan kuruluş hikayesi özetle şu şekildedir: "Osmanlılar, Oğuzların en itibarlı boyu olan Kayı’lara mensupturlar. Bu özellik onlara bütün Türkmenler tarafından kabul gören bir meşruiyet kaynağı kazandırmıştır. Zira Kayı boyu dururken Hanlık kimseye yaraşmayacaktır. Kuruluş döneminde devletin temel unsurunu teşkil eden Türkmenler, bu ananenin etkisiyle Osman Bey ve aşireti etrafında toplanmışlardır. Oğuz geleneği ilk Osmanlı padişahlarının hem meşruiyet dayanağı hem de ihtiyaçları olan nüfus kesafetini kazanmalarında önemli bir etkendir. Ancak ilk Osmanlıları devlet kurucusu haline getiren esas unsur, gaza ananesi olmuştur. Osmanlı padişahları, Tanrı’nın adını yüce tutma adına dirâyet ve şecaatle kılıca sarılmışlar ve her biri esâtiri bir şahsiyet olan bu gaziler, Tanrı’nın gösterdiği teveccüh ve yardımla Osmanlı Devletini kurmuşlardır."[1]

Bu izah tarzı, 20. Asır başlarına kadar halk ve siyasî otorite tarafından ana hatlarıyla benimsenmiştir. Üstelik bu döneme kadar hakim olan menkıbevî tarih anlayışı da, kuruluş hadisesini eleştirel bir bakışla değerlendirmekten çok uzak olduğu gibi, bu efsane örgüsünün halk ve siyasî otorite tarafından bir övünç kaynağı olarak kabul edildiği dahi görülmektedir. Bunu, Osmanlıların ilk dönemlerinde yaygın olan menkıbe inanışının, siyasî otorite, halk ve ilim alemi arasında bir gelenek halinde devam ettiği şeklinde yorumlamak mümkündür. Nitekim günümüzde bile sadece halk arasında değil, ilim alemi içerisinde bile bir çok meseleyi bu tür yaklaşımlarla değerlendirenler mevcuttur.[2]

Bu yaklaşım, 20. Asrın başından itibaren ciddi eleştirilere konu olmuştur. İlk olarak batılı tarihçiler, Osmanlı Devletinin kuruluşunu sır ve efsane örgüsünden kurtarma yolunda çalışmalara girişmişlerdir. Ancak bu çalışmaların bir çoğunda da, o dönemde Türkler hakkında yaygın olan ön yargılı yaklaşımların etkili olduğu görülmektedir. Konuyu ele alan batılı araştırmacıların hemen hepsinin düştüğü diğer büyük hata ise, Türk tarihinin ve 12-13. Yüzyıl Anadolu’sunun genel özelliklerini kavrayamamış olmalarıdır. Ya muasır kaynakları hiç görmemişler, ya da bu kaynakları, yukarda bahsettiğimiz menkıbevî motifleriyle, herhangi bir tenkide tabi tutmadan değerlendirilmiştir.

Günümüzde erken Osmanlı tarihi çalışmalarında oldukça önemli mesafeler kat edildiği bir gerçektir. Daha ileri çalışmalar için gerekli olan her çeşit kaynak ve tarihî bilgi birikiminin de, önceki yıllara nazaran arttığı kabul edilmektedir.[3] Nitekim özellikle son yıllarda yapılan araştırmalar, konunun otoriteleri sayılan M. F. Köprülü ve P. Wittek’in yapmış oldukları çalışmalara büyük katkıda bulunmuşlardır. Hatta tarih biliminin günümüzde ulaştığı seviyeden ve konu hakkında ortaya çıkan yeni bulgulardan cesaret alan araştırmacıların, bu ilim adamlarının tezlerine ciddi eleştiriler yönelttikleri görülmektedir.[4] Ancak hemen belirtmek gerekir ki, Köprülü ve Wittek’i eleştiren ve "revizyonistler" olarak adlandırılan yeni kuşak araştırmacılar[5], -kendilerinin de kabul ettiği gibi- eskilerin görüşlerini ister tamamen red isterse tadil etsinler, onların koydukları genel esaslar içerisinde özeli keşfetme çabasından pek öteye gidememişlerdir.[6] Buna rağmen yeni kuşak "revizyonist" tarihçilerin, "gelenekçiler" dedikleri Köprülü, Wittek ve bunların takipçileri ile girdikleri keyifli ve faydalı tartışmanın, erken Osmanlı tarihi konusunda gittikçe zenginleşen ve aynı zamanda da berraklaşan bir bilgi birikimi doğurduğu bir gerçektir.

Bu çalışmada, zaman zaman "gereksiz bir tartışma" olarak nitelendirilmekle beraber[7], Osmanlı Devletinin kuruluşu ve ilk Osmanlıların sosyal ve etnik durumlarını aydınlatma konusunda önemli ipuçları veren Gaza ve Türkmen (Oğuz) ananeleri ve devletin kuruluşu üzerindeki etkileri üzerinde durulacaktır.


1- Gaza ve Gazi Nazariyesi
Osmanlı Devletinin kuruluşunu izah eden Fuad Köprülü ve Paul Wittek, Bizans-Selçuklu hududundaki uç cemiyet ve kültürüne esas olan gaza ve gazi ruhunun büyük rolünü kuvvetle belirtmişlerdir. Ancak bu gaza-cihad ruhunu yani İslamî ideolojiyi kuramsallaştıran P. Wittek’tir.[8] Ona göre; gazi devleti, askerî fütûhât gayesini güden bir teşkilattır. Bir gazi devleti bu manada büyük bir şöhrete sahip olur ki, bütün İslam memleketleri ona büyük bir saygı ile bakar. Bu devletin reisi, kendisine biât edenlerin sadakat ve bağlılığına sahiptir. Gazi devleti, kurumsallaşmasının başlangıcında tamamen savaşçılardan müteşekkil olup köylü, esnaf, tüccâr ve idarî unsurlardan mahrûmdur. Varidatın sürekli devamı için akın ve fütuhat harekatları hiç durmaz. Ne zaman ki akın ve fütuhat durursa işte o zaman devletin tanzîm ve teşkilat işleri başlar. Bu ise gayet zor bir iş olup bu zorluğu başarıyla çözebilen tek gazi devleti, Osmanlılar olmuştur. Böylece devletin kurulması için gerekli olan unsurlar sağlanmış ve Osmanlı Devleti gaza ideolojisi üzerine kurulmuştur.[9]

Gerçekten de gaza ve cihad ruhu, Osmanlı Devletinin temel unsurlarından biri olmuştur. Osmanlıların "ehl-i küffar" veya "darü’l-harb" olan Bizans’a karşı giriştiği gaza ve cihad faaliyetleri, onları "gazanın önderi" haline getirmiştir. Bu durum Osmanlıların Türk-Türkmen muhitlerinde itibarlarının artmasını sağlamıştır. Ahmedî’deki ifade ile artık, "tanrının ferraşı ve ehl-i dine püşt ü penâh" olmuşlardır.[10]

Osmanlı Beyin "gazanın önderi" haline gelmesi, Osmanlı hanedanının ve Osman Beyin "hanlığının" meşrulaşması bakımından da önemlidir. Bu konuda Aşıkpaşaoğlu Tarihinde zikredilen şu olay dikkat çekicidir: Karacahisar’ın fethinden sonra halk, kendilerine imamlık eden Dursun Fakı’ya "Cuma namazı kılalım ve bir kadı isteyelim" derler. Dursun Fakı halkın bu isteğini Şeyh Edebalı’ya iletir. Bu sırada konuşmaları işiten Osman Gazi "Size ne lazımsa onu yapın" der. Dursun Fakı’nın "Hanım! Sultandan izin gerektir" sözleri üzerine Osman Gazi şunları söyler: "Bu şehri ben kendi kılıcımla aldım. Bunda sultanın ne dahli var ki ondan izin alayım? Ona sultanlık veren Allah bana da gaza ile hanlık verdi. Eğer minneti şu sancak ise ben kendim dahi sancak kaldırıp kafirlere sancak kaldırıp kafirlerle uğraştım…" Ardından Dursun Fakı’yı kadı ve hatib atar ve Cuma hutbesini ilk olarak Karahisar’da Osman Gazi adına okutur.[11]

Osmanlı Devletinin kurulduğu yıl olarak kabul edilen 699/1299 yılına tesadüf eden bu olayda dikkat çeken, Osman Beyin sözleri ve adına hutbe okutması ile istiklalini ilan etmiş olması[12] ve meşruiyetini, "gaza ile hanlığın kendisine Allah tarafından verilmesine" dayandırmasıdır. Şu halde Osman Bey, gazanın lideri olma sıfatını bağımsızlığının ve meşruiyetinin kaynağı görmüş ve bunu ilan etmekten çekinmemiştir.

Osman Beyin lideri konumuna geldiği gaza faaliyetlerinin cazibesi, farklı İslam ülkelerinden Osmanlılara katılımları artırmıştır. Böylece devletin hem içte hem de dışta siyasî, askerî ve manevî gücü artmıştır. Osmanlı Devletine "gaziler devleti" nazarıyla bakılmış, hatta gaza ve gazi kelimeleri, Arap-İslam devletlerinden çok Türk-İslam devletlerinde, özellikle de Osmanlıların ilk dönemlerinde yaygın olarak kullanılmıştır.[13] Bunun yanında ilk Osmanlı Padişahlarının hal ve hareketleri ve kuruluşta büyük katkısı bulunan tarikatlar ve bu tarikatlara gösterilen müsamaha ve ilgi de Osmanlı Devletinin kuruluşunda gaza ananesinin dinamik bir etken olduğunu göstermektedir.

Ancak Osmanlıların gaza ve İslamî ananeyi şiar edinirken "katı şablonlara uydurulmuş bir İslam’dan değil, tarihî gerçekliği olan ve Türklerin Anadolu’da yaşadıkları ve yaydıkları farklı bir İslam anlayışından" bahsedilmesi gerektiğine dikkat çekmek gerekir.[14] Nitekim Anadolu’nun dinî tarihi incelendiğinde, özellikle konar-göçer Türkmen muhitlerinde yerleşmiş olan ve eski kabilevî inanç ve geleneklerin derin izlerini taşıyan bir "Konar-göçer Halk İslamı"nın mevcut olduğu görülmektedir.[15] Bahsettiğimiz Konar göçer halk İslam’ının bazı yönleri ile, İslamiyet’in genel görüntüsünden farklı oluşu, bazı araştırmacıları ilk Osmanlıların "gaza ile alakası olmayan bir yağmacı topluluğu olduğu" görüşüne kadar götürmüştür. Bu konuda Cemal Kafadar’ın şu tespitleri dikkat çekicidir. Kafadar’a göre, Lindner ve diğerlerinin iddiaları yeni bulgulara dayanmamaktadır. Konar göçer Halk İslam’ının bahsettiğimiz özellikleri, bırakın 20. Yüzyıl araştırmacılarını, daha 16. Asrında, devrin önemli Sünnî alimleri tarafından bilinmekteydi. Mesela Taşköprülüzade, ilk Osmanlıların bu gerçekleri bilmesine ve gerçekte "hetorodoksi"ye şiddetle cephe almasına rağmen, Geyikli Babanın kerametlerini saygıyla kaydetmiş ve Geyikli Babanın "ortodoks" bir alim tarafından İslam dışı görülebilecek davranışlarını, imanını ve dini misyonunu sorgulamadan ele almıştır. Kafadar’a göre erken Osmanlı adetlerinin, belki de çoğunun "doğru inanışlara" aykırı düşebileceği gerçeği, ilk Osmanlıların İslam’a bağlılıklarının çok gevşek olmasını yada gaza misyonunu benimsemeyecek kadar içtenlikli olmamalarını gerektirmez. Gaza ananesi, sadece "doğru İslam"a (ortodoksi) ait bir olgu olmadığı gibi, bir gaziden beklenen davranış tarzı da, sadece bu doğru İslam’ın kalıplarıyla değerlendirilemez. Zaten Wittek’in tezinin esasını teşkil eden gazi ve gaza kavramları da, tamamen "doğru İslam"la özdeşleştirilmiş dinî tanıma değil, daha Osmanlı vakanüvislerinden çok önce, Ortaçağ Müslüman tarihçilerinin gazi dedikleri ve uç bölgelerinde cihad faaliyetlerinde bulunan belirli bir toplumsal tipe dayanmaktadır.[16] İslam dünyası, Moğol İstilası ve Haçlı seferleri sonrasında oluşan Moğol, Papalık, Bizans ve diğer tehlikeler karşısında kendisini büyük bir mücadele içinde bulmuştur. İşte bu durum İslam toplumu arasında bir ölüm kalım sorunu olarak "kutsal savaş" veya "gaza" mefhumunu doğurmuştur.[17] Şu halde bu tanımlama şer’i bir tanımlama olmayıp, tarihî özellik arz etmektedir.[18]

Daha Türklerin İslamiyet’i kabul etmeye başladıkları dönemden itibaren başlayan ve Türklerin sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik yapı farklılıklarından kaynaklanan farklı dinî yorum ise, şehirlerde yerleşik hayat sürdüren ve dolayısıyla İslamiyet’in kitabî kültürüne açık olan Türk zümrelerinden çok, İslam kültür merkezlerinden uzakta bulunan konar-göçer muhitlerinde gelişmiş ve böylece eski Türk kültürünün İslamiyet’le uzlaştırıldığı, konar-göçerlere has bir İslam anlayışı ortaya çıkarılmıştır.[19]

"Hetorodoksi" de denilen bu anlayış, Türkmen göçü sonucunda Anadolu’ya getirilmiş ve bu yeni coğrafyada Türkmen Babalarının önderliğinde yayılmıştır.[20] Şüphesiz Anadolu’ya gelen Türkler arasında; yerleşik hayatın içinden, büyük kültür merkezlerinden göçen ve tam anlamıyla Müslümanlaşmış olanlar var ise de çok yüzeysel bir şekilde İslamlaşmış, hatta hiç Müslüman olmayanlar da mevcuttur. Nitekim Anadolu’daki İslamlaşma, 13. Hatta 14.asra kadar devam edecektir.[21] Ancak bahsettiğimiz bu farklı İslamî yorumun, şuurlu bir siyasî-ideolojik muhalefetten değil, belirttiğimiz sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik şartlardan kaynaklandığı unutulmamalıdır. Zira Türkmenlerin Müslümanlığı, eski gelenek ve göreneklerinin, inanç ve hayat tarzlarının zahiren İslamlaştırılmış şekliyle devam ederken, yerleşmiş İslamî anlayışın tecellisi durumunda olan yönetimle bir çatışma haline gelmemiştir. Bazı araştırmacılar böyle bir çatışma "Babaîler İsyanı" için söz konusu olduğunu iddia etmişlerdir. Ancak ilginçtir ki Osmanlı Devletinin kuruluş ve inkişâfında Babaî tâifesinin büyük rolü olmuştur.[22]

Osmanlı toplumunun konar-göçer ve yerleşik gibi farklı unsurlardan teşekkül etmesi sebebiyle ortaya çıkan bu durum, diğer Türkmen Beyliklerinde de görülmektedir. Zira gerek ilk Selçuklu fütuhatıyla, gerekse Moğol istilası neticesinde Anadolu’ya gelen ve bu dinî anlayışın temsilcisi olan Türkmenler, yerleşik kültür muhitlerinde barınamadıkları gibi, yine bu muhitlerde, Türkmenlerin yaşadıkları ve şeyh ve babalar vasıtasıyla da telkin ettikleri İslam anlayışı da pek itibar görmemiştir.[23] Böylece Türkmenler "Uç Bölgeleri"ne yönelmişler ve özellikle Moğol tahakkümü döneminde yarı bağımsız Beylikler tesis etmişlerdir. Dolayısıyla bu beylikler de Türkmen şeyh ve babalarıyla dolmuştur.[24] Böylece zaten birer Gazi Beyliği olan bu teşekküllerde çok hareketli bir gaza ve cihad faaliyeti görülmüştür.[25]

İşte bu beyliklerden biri olan Osmanlı Beyliği de bu olaylardan etkilenmiştir. Aşıkpaşazâde’nin "Abdâlân-ı Rûm" dediği bu taifenin, diğer beyliklerde olduğu gibi, Osmanlı topraklarında da himaye gördüğü bilinmektedir.[26] Buna rağmen Orhan Bey zamanında Bursa’da ifrata varan fikirler telkin eden ve sayıları da bir hayli artmış olan bir kısım Abdâl zümresi, takibata uğramıştır.[27] Bunların nüfuzlarını tamamen yitirmeleri ise, medreselerin kuvvet kazanması ve merkezî otoritenin yerleşmesinden sonra gerçekleşecektir.[28]
* * * Bu Alemin Kralı : TRFORUMUZ.BiZ * * *
Bu Türkmen ve dervişlerin özelliği, "dârü’l-harb"e doğru genişleme siyasetinin en dinamik amili olan gaza faaliyetlerini bizzat yapıp, propagandalarıyla uç ahalisini gazaya teşvik etmeleridir.[29] Moğol istilası döneminde de olduğu gibi, "yerleşiklerin Bizans’la savaşmak yerine zikir ve semâ ayinleriyle rahat yaşama isteklerine karşılık" Türkmenler, derviş ve babaların propagandaları ile fütuhatta bulunmuşlardır.[30] Bu gaza ve cihad faaliyetlerini şahsında birleştiren Osman Bey ise "gazilerin lideri" haline gelmiştir. Özellikle Osmanlı Devletinin kuruluş sürecine büyük bir ivme kazandıran Koyunhisarı (Bapheus) Savaşından sonra (1301) Osman Beyin "gâzi-yi ucât" sıfatını almasına ivme kazandırmıştır. Böylece artan şöhreti ve yeni fethedilen yerlerin cazibesi, Osmanlı arazisine büyük bir göçe sebep olmuş ve Batı Anadolu ve Rumeli hızla Türkleştirilmiştir. Şu halde Osmanlı fütuhatı, büyük çapta bir nüfus ve kolonizasyon harekâtının neticesidir ki bu nüfus harekâtı ve yerleşmenin öncüleri, "kafirleri yerlerinden kovan, toprak açan, zaviye sahibi şeyhler, abdallar ve ahiler" olmuşlardır.[31]

Osman Bey kariyerinin başlangıcında kuşkusuz bir "yoldaşlar" grubunun başı, bir gazi önderidir. 1360’ta Orhan Bey’e ait Süleyman Paşa vakfiyesinin orijinalinde onun için "Sultanü’l-guzât" unvanı kullanılmıştır. Orhan Bey döneminden sonra da, Osmanlı hükümdarları kendilerini daima gaziler sultanı olarak görmektedirler. Bir yüzyıl sonra İstanbul fatihi II. Mehmet, Mısır Memlûk Sultanına yazdığı mektupta, tüm İslam dünyasında kendisini gazanın temsilcisi olarak tanıtmıştır.[32]

Osmanlı Devleti’nin inkişafında çok büyük bir amil olarak görülen ve devletin karakteri bakımından da önemli yer tutan gaza ve cihad yani İslamî anane, Ahmedî’den başlayarak diğer Osmanlı membalarında da sık sık zikredilmiştir.[33] Bu eserlerdeki kayıtlarda sadece Osmanlı padişahlarının değil, mevcut halkın da bu ananeye ne derece önem verdiğini göstermektedir.[34] Bu yüzden devletin başarısı bu gayretkeşliğe bağlanmakta ve Osmanlı padişahlarından övgüyle bahsedilmektedir. Yine diğer gazi ve liderler hakkında da, fazla olmamakla beraber, sitayişkar ifadeler kullanılmıştır.[35] Şu halde Bey ve Sultan, gazayı sırf bir doyum aracı olarak kullanmamıştır. Dolayısıyla gaza, Osmanlı toplumunda -başından beri- "sosyal örgütlenme ve siyasî dinamizmin temel normu ve devletin kuruluşunda temel faktör" olarak göz önünde tutulmak zorundadır.[36]

Gaza, cihan-şümûl devlet hakimiyeti için yapılacak hamlelerin, devletin askerî karakterinin ve sıkı merkeziyetçiliğin şekillenmesinde ana prensip olmuştur. Osmanlı Devleti bu gaza ananesinden hareketle 15. Asırda bütün İslam aleminin hamiliği rolünü benimsemiştir. Ehl-i küffâr olan Bizans ve diğerleriyle yapılan cihadlar bir yana, Anadolu’nun Müslüman beyliklerine ve diğer İslam devletlerine karşı da gaza ideolojisi kullanılmıştır.[37] Ancak bu ideoloji hiç bir zaman gayr-i Müslimlere karşı cezrî bir politika veya İslamlaştırma şekline dönüşmemiştir. Bunun dışında Gazanın lideri konumunda olan Osman Gazinin, komşu gayr-i müslimlerle iyi ilişkiler kurduğunu, onları koruduğunu gösteren kayıtlar da vardır.[38] Bunda da şüphesiz önceden beri bahsettiğimiz taassuptan uzak, müsamahalı ve geniş bir İslam anlayışının etkisi olduğunu söylemek mümkündür.[39]

Osmanlı Devleti genişleyip, gittikçe daha güçlü bir hale gelince; "ehl-i İslam" veya "darü’l-islam" olan komşu beylik ve devletlerle sürtüşmeler meydana gelmeye başlamıştır. İslam hukukunda iki Müslüman devletin savaşması mümkün görülmediğinden, bu kaçınılmaz faaliyetler için Osmanlılar farklı yollar izlemişlerdir. Gaza devleti olarak ününü artırmış olmanın verdiği avantajı da kullanarak, Karesi topraklarını miras yoluyla, Germiyan’ın bir bölümünü evlilik aracılığıyla, Hamit topraklarını ise satın almak suretiyle ilhak etmiştir.[40]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://0negatif.yetkin-forum.com
 
Osmanlı Devletinin Kuruluşunda Gaza ve Türkmen (Oğuz) Ananelerinin Rolü Üzerine
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Gökhan Türkmen - Çareler Çaresiz - AKOR
» Osmanlı Tokatı Gerçeği
» Osmanlı Kale Mimarisi
» İlber Ortaylı İle Osmanlı’da Milliyetçilik
» Osmanlı Devleti'nde demiryolu yöntemi

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
HERKESIN YOLU BU FORUMDAN GECER.. :: KULTUR SANAT :: Tarihi Bilgiler-
Buraya geçin: